May 19, 2020

Articles | Ayşe Hür on May 19,1919 (Turkish Posting)

Ayşe Hür'ün değişik zamanlarda 19 Mayıs ve çevresindeki konulara dair yazdıklarını aşağıda

toparladı.


Mavi Boncuk |

"MİLLİ MÜCADELE" 19 MAYIS 1919'DA MI BAŞLADI? 

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan iki gün sonra 1915 Ermeni Soykırımı'nın ve Cihan Harbi hezimetinin mimarları Talat, Enver, Cemal'le birlikte dört işbirlikçi, bir Alman torpidosu ile İstanbul’dan kaçmışlardı.

Kazım Karabekir’e İtilaf Güçleri’nin bazı liman ve şehirlere asker çıkarmasından sonra “İstiklal Harbi yapmak” fikrini, ilk kez 29 Kasım 1918’de İsmet (İnönü) Bey'e açmış, İsmet Bey “Bu iş bitti Kâzım, gidip çiftlik satın alalım, sen Kâzım Ağa ol, ben İsmet Ağa olayım” demişti.

Karabekir’e göre Fevzi Paşa “Ondan beterdi.” İttihatçı kadrolarda alarm zillerini çaldıran İstanbul’da ve birçok önemli limanda fiili bir işgal başlatan İtilaf Güçleri’nin zorlamasıyla 1915 Ermeni Kırımı sorumlularının yargılanması, bazılarına idam cezalarının verilmesi oldu.

İtilaf Güçleri’nin Mondros’ta verdikleri sözlerin hilafına 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunun İzmir’e çıkması dönüm noktası oldu. İtilaf Güçlerini 1917’de yarı yolda bırakan Bolşevik Rusya sınırında görevli kılınan Erzurum’daki 15. Kolordu Kumandanlığı'na atanan Kazım Karabekir güya Vahdeddin’i "kurtuluş savaşına" ikna ettikten sonra 11 Nisan’da Şişli’deki evinde hasta yatan Mustafa Kemal’e veda ziyaretine gitmiş ve şunları söylemişti: Paşam, ben yarın Erzurum’a hareket ediyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalın, bir şey yapmak imkansızdır. Sükût edersek mahvımız kaçınılmazdır. Derhal Anadolu’ya ordu başına geliniz..." Karabekir'e göre, Anadolu’da “milli bir hükümet kurma” fikrini Mustafa Kemal, “Bu da bir fikirdir, ahval günden güne size hak verdiriyor(...) İyi olayım, size katılmaya çalışırım,” diye cevaplamıştı.

Rauf (Orbay) Bey’e göre o sıralarda Mustafa Kemal, Ali Fuad Bey’in teşkil etmiş olduğu Osmanlı Ahrar Fırkası’nın kuvvetlendirilip iktidara geçmek suretiyle kurulacak hükümette yer almağa ve bu yerde İstanbul’da mücadele zeminini hazırlamayı düşünüyordu.

Yine Rauf Bey'e (ve Sina Akşin'e göre) bir ara İttihatçıların ünlü İaşe Nazırı Kara Kemal'le Sadrazam Tevfik Paşa'ya bir darbe yapıp hükümete el koymayı bile planlamışlardı. İsmail Canbulat'ın buna karşı çıkması üzerine vazgeçmişlerdi.
Karabekir, 13 Nisan 1919’da Gülcemal vapuru ile yola çıkmış, 19 Nisan’da Trabzon’a gelmiş, oradan da Erzurum’a geçmişti. Mustafa Kemal ise ancak yeni kurulan Ahmed İzzed Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nazırlığı’na atanmadığını öğrendikten sonra, Vahdettin küçük kızı Sabiha Sultan’la evlenmesinin mümkün olmadığını gördükten, en önemlisi İngilizlerle ve İtalyanlarla yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Anadolu’ya geçmeye karar vermişti. Bunun için de Vahdettin’in kendisini görevlendirmesini beklemişti.

Utkan Kocatürk’ün Kaynakçalı Atatürk Günlüğü’ne göre, 15, 29 Kasım ve 20 Aralık'ta üç kez Vahdettin'le görüşmüş, 11 Mart'ta Bahriye Nazırı Avni Paşa'yı ziyaret etmiş, 12 Mart'ta Avni Paşa yanında Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey'le Şişli'deki evinde Mustafa Kemal'i ziyaret etmiş, 13 Mart'ta Cercle d'Orient'da (Büyük Kulüp) bu üçlü yemek yemiş, Mustafa Kemal ilk defa Damat Ferit'le orada karşılaşmıştı ve Kazım Karabekir'in 11 Nisan'daki "Derhal Doğu'ya gidiniz" önerisini belli ki bu görüşmelerin yarattığı umut yüzünden hemen kabul etmemişti.
Nihayet 29 Nisan’da Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i makamına davet ederek "Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını” bildirecekti. 30 Nisan’da Mustafa Kemal’in 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne atanması Vahdeddin tarafından onaylandı.

Mustafa Kemal’den beklenen görev özetle Mondros Mütarekesi'nin 7. ve 24. maddelerine göre İtilaf Devletleri'nin askeri müdahalesine mahal vermemek için, Karadeniz bölgesinde Rum ve Türk çeteleri arasındaki çatışmaları ve asayişsizlik olaylarını, şura oluşumları önlemekti.

Ahmed İzzet Paşa’nın deyimiyle “şimdiye kadar hiçbir faniye nasip olmamış genişliklikte” yetkiyle (+unvan ve bütçeyle) bu görevler verilirken “Padişaha yakınlığı, para suistimalinde bulunmamışlığı, Ermeni öldürmek gibi suçlara karışmamış olması” göz önünde bulundurulmuştu.

15 Mayıs günü, Mustafa Kemal, önce Genelkurmay Başkanlığı’na giderek Cevat (Çobanlı) ve Fevzi (Çakmak) Paşa’ya veda etti. Ardından Babıâli’ye giderek hükümet üyelerine veda etti. Ardından Yıldız Sarayı’nda Vahdeddin tarafından kabul edildi.

Mustafa Kemal’in sonradan Falih Rıfkı’ya, Vahdeddin'in kendisine “Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi bu kitaba geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!” dediğini anlattı.

Vahdeddin’in “Türkleri uslandırması” talebine Mustafa Kemal “merak buyurmayın efendimiz…” diye cevap verecek, ardından Vahdeddin kendisine isminin baş harflerinin işlendiği bir kol saati hediye edecekti. Boğazlardan ancak İngilizlerin izniyle çıkılabiliyordu.

Liste vizelerin alınması için Yüksek Komiserliğe gönderildi. 15 Mayıs’ta İngilizlerden onay çıktı. 16 Mayıs’ta İngiliz İrtibat Subayı Yüzbaşı J. G. Bennet listenin çok kabarık olduğu konusunda üstlerini uyardı, ancak izin kağıdını imzalaması emredilince buna uydu.

İçinde Mustafa Kemal’le birlikte 22'si rütbeli 48 kişi Bandırma vapuru sahile en yakın hatta bir rota tutturdu, nihayet heyet 19 Mayıs 1919 günün sabahı Samsun’da karaya ayak basıldı. İşte bizzat Mustafa Kemal tarafından “Kurtuluş Savaşı”nın başlangıcı diye takdim edilen ve resmî tarihçiler tarafından adeta bir “sıfır” noktası gibi zihinlere nakşedilen 19 Mayıs 1919 böyle bir gündü. Resmi adıyla "asayişi sağlama" görevinin arkasında yatan devasa tarihsel sorunun kod adı ise PONTUS MESELESİ İdi. Bunun "öteki" hikayesi de başka zamana.

"19 MAYIS" NASIL VE NE ZAMAN "MİLLİ" BAYRAM OLDU?

Millî Mücadele döneminin ilk bayramı, Büyük Millet Meclisi’nin açılışının birinci yıldönümünde çıkarılan iki maddelik kanunla kabul edilen “23 Nisan Bayramı” olmuştu.

Ikinci “milli” bayramımız, 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasının şerefine Hakimiyet Bayramı idi.Ancak, kanuna son şeklini vermek 24 Ekim 1923’te mümkün olacaktı. Üçüncü bayramımız “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” ile ilgili kanun da ancak 19 Nisan 1925’te kabul edilebildi.

Dördüncü bayramımız 30 Ağustos “Zafer Bayramı” ilk kez Mustafa Kemal’in katıldığı bir törenle 1924’te Afyon’da kutlandığı halde, bugünün resmen bayram olması ancak 7 Ocak 1926’da gerçekleşti. Sonuç olarak ilk dört bayram arasında 19 Mayıs'la ilgili bayram yoktu. Çünkü 19 Mayıs 1919 tarihini önemli hale getiren 1927 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Kurultayı’nda okuduğu Büyük Nutuk’u, “19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktım. Manzara-i umumiye…” cümlesiyle başlatan Mustafa Kemal’in kendisidir. Ama Samsunlular için durum farklıydı. 1926 yılından itibaren, 19 Mayıs’ı “Gazi Günü” ilan eden Samsunlular, ertesi yıl şenlikleri biraz daha geliştirdiler. 1928'de Ankara’da Samsun’dan yükselen coşkunun baskısı hissedildi ve o yıl Selim Sırrı (Tarcan)'ın önerisi ile ‘Terbiye-i Bedeniye Şenlikleri’nin 10 Mayıs’ta Ankara’da, 11 Mayıs’ta İstanbul’da, 12 Mayıs’ta İzmir’de düzenlenmesine karar verildi. Bu tarihten itibaren, “Okullar Bayramı”, “İdman Bayramı” veya “Jimnastik Şenlikleri” adıyla her yıl büyük şehirlerde benzer kutlamalar yapıldı.

19 Mayıs’ta kutlanacak genel bir bayrama dair ilk işaret 1935 yılında Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri ile yaptığı bir toplantıda “Mayıs ayı içinde bir günün Atatürk Spor Günü olarak kutlanması” önerisi ile verildi.

Bazı kaynaklarda dönemin önemli spor adamı Ahmet Fetgeri Bey’in her yıl “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” adı altında kutlamalar yapılması yönünde bir teklifi Mustafa Kemal’e arz ettiği söylenmekle birlikte, 20 Mayıs 1935’te Meclis’te görüşmeye başlanan “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında 2739 Sayılı Kanun” tasarısında 19 Mayıs’a dair herhangi bir ibare olmaması bunun doğru olmadığını düşündürüyor. Çünkü aynı kanunla ilk dört bayramdan 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na, 30 Ağustos Zafer Bayramı olarak onaylanmış, Hakimiyet Bayramı kaldırılmış, 1 Mayıs Bahar Bayramı, 1 Ocak Yılbaşı Günü yapılmış, Şeker Bayramı’nın üç, Kurban Bayramı’nın dört gün tatil olması kararlaştırılmıştı.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün önderliğindeki İstanbul’daki spor kulüplerinin ilk “Atatürk Spor Günü”nü 24 Mayıs 1935'te kutladığı bilindiğine göre, Mustafa Kemal’in kendisine doğum gününü soranlara “Neden 19 Mayıs olmasın?” demesi henüz etkisini göstermemişti.

24 Mayıs 1935’teki “Atatürk Spor Günü / Bayramı” (gazetelerde iki terim de kullanılmıştı) saat 10’da Taksim’deki Cumhuriyet Abidesi’ne çelenk konulmasıyla başlamış, kutlamalar halkın ücretsiz girdiği Fenerbahçe Stadyumu’nda toplanan 25 bin kişiye “işlerinin çokluğu yüzünden törene katılamayan” Tüzün (Adalet) Bakanına’na vekaleten Bolu Saylavı (Milletvekili) Abbas Güner’in konuşmasıyla başlamıştı. Törenlere büyük ilgi gösteren halk daha sonra Beşiktaş ve Güneş takımlarının yaptığı maçı ve atletizmde rekor denemelerini izlemişti.

1936’daki kutlamalar ise nedense “Jimnastik Bayramı” adı altında, ancak bu sefer 19 Mayıs’ta yapıldı. Taksim Stadyumu’ndaki törenleri Mustafa Kemal de izledi. 1937 yılında tatil günlerine dair talimatnamelerde kutlamaların adı “10. Jimnastik Şenlikleri” şeklindeydi.

 Nitekim 19 Mayıs 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “CHP’nin 19 Mayıs’ı jimnastik ve spor bayramı olarak kabul ettiği, fakat, millet ve memleket için bu kadar büyük önemi olan bir günün yalnız jimnastik ve spor ayramı olarak kalmaması gerektiği” belirtiliyordu.

Dahası, Mustafa Kemal’in ölümünden altı ay önce Ankara Stadyumu’nda izlediği 19 Mayıs 1938 gösterileri bile resmen “milli bayram” değildi. Gazetelerde “Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı tarihi günün 20. Yıldönümü” ifadesi kullanılıyordu.
Kutlamalar sürerken, Ankara Stadı’na 15.30’da gelen ve halk tarafından ayakta dakikalarca alkışlanarak karşılanan Mustafa Kemal 16.30’da oradan ayrıldı ve daha sonra Hatay adını alacak olan Sancak’ın Türkiye’ye ilhakı kapsamındaki Mersin gezisine başlamak üzere gara gitti.

O gün stadda Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın konuşması şu ifadelerle bitiyordu: Bu geleceğin en kuvvetli kefili, ey Türk Gençleri, sizlersiniz. Onun içindir ki, Mustafa Kemal bu 19 Mayıs gününün Türk gençliğine ve Türk sporculuğuna tahsis edilmesini uygun buldular.

Milletimiz de o günün hatırasını sizin bayramınız olarak kutluyor. Milli bayramlarımız arasına girecek olan bugünü bundan böyle her yıl kutlayacağız.”  Evet, nihayet Nutuk'tan 8 yıl sonra 19 Mayıs gençlere ve sporculara armağan edilmiş “milli bayram” olarak nitelenmişti!

KEMALİST HAREKET, "PONTUS MESELESİ"Nİ NASIL HALLETTİ?

Pontus neresidir, Pontuslular kimdir gibi temel sorulara epey eski tarihli şu yazımda cevap vermiştim. https://politikars.com/ayse-hur-p111ntus39un-gayriresmi-tarihi-13369h.htm (Geç de olsa yazıdaki maddi hatayı düzelteyim.Dönemin Trabzon Valisi, Cemal Azmi Bey değil Mehmet Galip Bey idi, düzeltir, özür dilerim.)

Yazının son bölümü özetle şöyle: Mustafa Kemal, daha güvenli olduğu ve sağlığı için kaplıcalarından yararlanmak için 25 Mayıs’ta geçtiği Havza’da, yörenin namlı kabadayılarından, 1915 Ermeni Soykırımı suçlusu, Giresunlu "Topal" Osman (https://birikimdergisi.com/guncel-yazilar/70/cagimizin-bir-baska-kahramani-topal-osman#.XOKK7GU9Tyk) ile görüşmüştü.

Teşkilat-ı Mahsusa liderlerinden Hüsamettin Ertürk'e göre Topal Osman’a, "İstanbul hükümetinden aksine emir gelmiş olsa bile, sen, gene Pontusçularla mücadeleye devam edecek ve bunların tenkilinde bulunacaksın, işine sakın ola ki nihayet verme, bilakis hız ver,” demişti.

Dönemi Kutsal İsyan'da anlatan Hasan İzzettin Dinamo’ya göre "Pontus belasından kurtulmayı Topal Osman'ın tecrübeli ellerine bırakmış, o da "Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak," demişti.

Topal Osman o tarihte İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarındaki suçlarından dolayı aranıyordu. Ancak, muhtemelen Mustafa Kemal’in ricası ile Temmuz 1919’da Osman Ağa hakkındaki tutuklama kararı Padişah Vahdettin tarafından kaldırıldı ve görevine(!) başladı.

Falih Rıfkı'ya göre Topal Osman basılan her Türk evine karşı üç Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkencelerle bölgeyi Rumlardan tamamen temizledi.

Hızlıca hikayenin sonuna geleyim: Yunanistan’da 30 Eylül 1920’de bir maymunun ısırdığı Kral Aleksandros bir ay sonra ölmüş, Venizelos, hanedan bunalımlarının eşliğinde yapılan seçimde iktidarı kaybetmiş, 19 Aralık’ta Alman yanlısı Kral Konstantinos Atina’ya dönmüştü.

Komuta kademelerindeki dağınıklık Anadolu’daki Yunan ordusuna yansımış ve 11 Ocak 1921’de I. İnönü mevkiinde Yunan ordusunun geri çekilmesiyle birlikte Ankara’nın eli güçlenmişti. 16 Mart 1921’de Bekir Sami (Kunduh) Bey, Sovyet Rusya ve İngilizlerle anlaşmalar imzaladı.

Böyle Anadolu’daki Yunan ordularının ve dolayısıyla Pontus hareketinin de kaderi belli oldu. Bu tarihten itibaren Ankara Hükümeti Pontuslu Rumlara karşı tutumunu iyice sertleştirdi. 1921 Şubat ayında, Samsun ve Bafra eşrafından bir grup tutuklandı.

Rum gençlerinin Amele Taburları’na alınması için tamim çıkarıldı, katılmayanlar tutuklanmaya başladı. Nisanda "Sakallı" Nurettin Paşa (kimdir, merak edenlere: http://izmirizmir.net/ayse-hur-tek-eksik-8216;sakalli-nureddin-pasa-y2072.html) komutasındaki Merkez Ordusu, Bafra havalisinde Rum çetelerine karşı ilk operasyonu başlattı.

Haziran ayında Yunan kruvazörü Kilkis’in İnebolu’yu bombalaması üzerine Ankara, bölgedeki tüm Rumların iç bölgelere sürülmesine karar verdi ve Samsun, Bafra ve Alaçam bölgelerinden ilk kafileler yola çıktı.
Kafileler yolda Topal Osman’ın çetecilerinin saldırıları altında büyük can kaybı verdiler. "Sakallı Nurettin, 1921 baharında patlak veren Koçgiri Kürt İsyanı’nı bastırırken, yine Topal Osman’ın birlikleri bölgede büyük katliamlar yaptı. Nurettin Paşa katliam değil "yolsuzluk" yuzunden görevden alınıp Merkez Ordusu lağvedildikten sonra Pontus Harekâtı'nı Cemil Cahit Bey’in komutanlığındaki 10. Fırka yürüttü. Harput ve Malatya bölgesindeki dağlara sığınan son çetecileri de temizleyerek, Şubat 1923’te “Pontus Meselesi”ne resmen nokta koydu.
21 Ağustos 1922'de TBMM'deki gizli celsede Sinop Mebusu Hakkı Hami "kendi gözlerimle memurlarımızın öyle cinayetler işlediklerini gördüm ki, İngilizler bile böyle cinayet işlemezler" dediğinde Siirt Mebusu Mustafa Sabri "Öldüreceğiz ya. Tohumluk diye mi besleyeceğiz?" demişti.

Yunan kaynaklarına göre 1914-1923 arasında 353 bin Pontuslu Rum hayatını kaybetti. Stefanos Yerasimos’un hesaplamalarına göre 1916-1923 arasındaki Rum kaybı 65-70 bin arasındaydı. Rum kayıplarından söz etmeyen Genelkurmay ATASE'ye göre Rum çeteciler 1.817 Türk'ü öldürmüştü.

Tarihi kazananlar yazdığı için "19 Mayıs 1919" kazanananların lideri Mustafa Kemal tarafından “Milli Mücadele’nin başlangıcı” olarak kabul edildi. O da ancak 1927’de, Mustafa Kemal’e muhalefet eden tüm Milli Mücadele paşaları ve sivil kadrolar tasfiye edildikten sonra.

Eğer "kazanan" Kazım Karabekir ekibi olsaydı bu sefer Milli Mücadele 13 Nisan 1919’da başlatılacaktı. Ama Pontusluların kaderi çok büyük ihtimalle değişmeyecekti çünkü Karabekir de dönemin ricalinin ezici çoğunluğu gibi azılı bir gayrimüslim, gayri Türk düşmanıydı.

Pontuslular için ise 19 Mayıs 1919’tan itibaren Mustafa Kemal’in yönlendirdiği Topal Osman ve çetecilerinin uyguladığı yöntemler 1948 Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanıma uyuyor. Karar size kalmış.

BANDIRMA VAPURU, EFSANELER GERÇEKLER

1878'da İskoçya’nın Glasgow şehrindeki bir tersanede inşa edilen 279 grostonluk gemi Dussey and Robinson şirketi tarafından Torocaderto adıyla beş yıl çalıştırıldı, 1883'da Yunan H. Psicha Preus firmasına satıldı ve Kymi adını aldı.
1890’da Yunan firması Captain Andereadis firmasına satıldı, 1891 tarihinde battı, aynı yıl içerisinde yüzdürülüp Kıymı adı ile İstanbul Rama Derasimo firmasına satılarak İstanbul limanına kaydedildi. 1894’te İdare-i Mahsusa'ya nakledildi ve adı Panderma olarak değiştirildi.

1910’da İdare-i Mahsusa’nın adı Osmanlı Seyrüsefain İdaresi olunca geminin adı da Bandırma yapıldı, posta vapuru olarak kullanılmaya başladı. Mustafa Kemal'in Samsun'a neden gönderildiğini şu zincirde anlatmıştım. Bu yüzden hemen seyahate geçiyorum.

O günlerde Boğazlardan ancak İtilaf Güçleri’nin izniyle çıkılabiliyordu.Bu nedenle Mustafa Kemal'in oluşturduğu liste vize için Yüksek Komiserliğe gönderildi. İngiliz İrtibat Subayı Yüzbaşı J.G.Bennett, hatıratında, listenin çok kabarık olduğu konusunda üstlerini uyardığını ancak izin kağıdının imzalanması emredilince buna uyduğunu yazıyor. (Bennett'in hatıratında izin kağıdını doğum gününde imzaladığını söylemesi kafa karıştırıcı, çünkü Bennett’in doğum günü 8 Haziran.) İzin alındıktan sonra Mustafa Kemal geminin kaptanı İsmail Hakkı (Durusu) Bey’i Şişli'deki evine çağırarak hareket şekline dair bilgi aldı. Padişah Vahdettin'le son kez 16 Mayıs’ta Yıldız’daki Hamidiye Camii’nde, Cuma selamlığından sonra görüşen Mustafa Kemal Şişli’deki evine döndü, annesi ve kız kardeşine veda etti.

Cemal Kutay’a göre, bunlar olurken Ermeni toplumunun önde gelenlerinden Berç Keresteciyan Mustafa Kemal’in avukatı Saadettin Ferit Bey’e "Siz, Paşa Hazretleri'nin hem avukatı, hem zannederim yakın dostusunuz. Paşa hazretlerinin bindiği vapur Boğaz dışında bir İngiliz torpidosu tarafından batırılacak. Lütfen Paşa Hazretleri'ne iletiniz, kıyıdan gidiniz" bilgisini ulaştırarak kendisini uyarmış dolayısıyla hayatını kurtarmıştı. Mustafa Kemal’in ilerde bu olaydan söz ederken, kimin ihbar ettiğinden söz etmemesi, Cemal Kutay’ın da güvenilmez bir kaynak olarak ünlenmesi bu “kurtarma” hikayesinin aslında yaşanmadığı dedikodularına yol açtı. Tekrar 16 Mayıs’a dönersek, bize okullarda Mustafa Kemal akşam üzeri (16.00 ?) 18 kişilik maiyetiyle birlikte Bandırma Vapuru’na bindiğini ve İstanbul’dan ayrıldığını öğretilmişti.Fethi Tevetoğlu’na göre bu 18 kişi şunlardı: Refet (Bele),Kazım (Dirik), İbrahim Tali (Öngören),Mehmed Arif (Ayıcı),Hüsrev (Gerede), Kemal (Doğan),Refik (Saydam), Cevad Abbas (Gürer),Mümtaz (Tünay), İsmail Hakkı (Ede), Ali Şevket (Öndersev), Mustafa Vasfi (Süsoy), Hayati, Arif Hikmet (Gerçekçi), Abdullah, Muzaffer (Kılıç), Faik (Aybars), Memduh (Atasev). Daha sonra bu listenin eksik olduğu anlaşıldı. Behçet, Ali, Rıza, Rahmi, Ahmed Nuri ve Tahir Beyler ile rütbesiz 25 asker olmak üzere tam 48 kişi vardı gemide. Celal Bayar'a göre ise Refet Bele Mustafa Kemal’in maiyetinden değildi. 3. Ordu Kumandanlığı’na atandığı için Samsun’a gitmesi gerekiyordu. Rafileye son anda katılmış, 18 atı yükleme bahanesiyle gemiye binmiş, rütbelerini çıkararak atların yanına gizlenmiş, gemi Boğaz’dan çıkıncaya kadar böyle kalmıştı.
1930 yılında Cumhurbaşkanlığı'na bir mektup yazan  Mazhar Tevfik Bey, Üsküdar Polis Müdürü iken Samsun Mutasarrıflığı'na tayin olduğunu, Mustafa Kemal'e kendisini de götürmesini rica ettiğini ve 16 Mayıs'ta hareket eden Bandırma Vapuru'nda kendisinin de olduğu belirtti.

2008 yılında listeye Piyade Yüzbaşı Tokatlı Vasfi (Süsoy) Bey'in eşi, iki kızı ve oğlu eklendi. Ayrıca vapurun mürettebatı vardı.Yani Bandırma Vapuru'nda 23'ü Mustafa Kemal ve heyeti, 1'i kumandan, 25'i assubay, er ve erbaş, 25'i mürettabat, beşi sivil, tam 79 kişi vardı.

Kızkulesi açıklarında İngilizler tarafından arandıktan sonra denize açılan Bandırma Vapuru sahile en yakın hatta bir rota tutturur ve 17 Mayıs gecesi 23.00 sularında İnebolu’ya ulaşmış, 18 Mayıs’ın öğle saatlerinde Sinop’a gelmiş, ancak yol boyunca onlara eşlik eden şiddetli fırtına dinmediği için karaya çıkılamamıştı.Nihayet 19 Mayıs 1919 günün sabahı Samsun’da karaya ayak basıldı. Yıllardır Bandırma Vapuru’nun kaç metre boyunda, bacasının kaç metre yükseklikte olduğunu tartışıyoruz. Çünkü vapurun küçük olması Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yolculuğuna dramatik bir hava verecek, büyük olması bu yolculuğu birden sıradan bir görev seyahatine çevirecek. Konunun böyle muallakta kalmasının nedeni 16-19 Mayıs 1919 tarihleri arasında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını Samsun’a getirdikten sonra yine posta gemisi olarak hizmet veren Bandırma Vapuru’nun 1924'te hizmet dışı bırakılması; 1925'te Bozmacı İlhami (Söker) isimli Türk armatöre satılması ve aynı armatör tarafından dört ay içinde hurda olarak parçalanması! Bugün Samsun'da gezilen, 1999-2003'te inşa edilen taklidi.

Yani bugün hakkında efsaneler yazılan, adeta mitolojik bir figür haline getirilen, hakkında olumsuz konuşanların aforoz edildiği vapur, Milli Mücadele’yi veren ve Cumhuriyet’i kuran kadrolar tarafından bırakın kutsallaştırmayı, müzeye kaldırılmaya bile değer görülmemişti!

Not 1: Gemide iki de otomobil olduğunu, uzunluğuna dair iddiaların 48 metre ila 236 metre; baca yüksekliğine dair iddiaların 6 ila 19 metre arasında olduğunu yazmayı unutmuşum.

No comments:

Post a Comment