Mavi Boncuk |This is the front page of Cumhuriyet today. In Turkish and Armenian "Never Again".
There is a back story in this.
Cumhuriyet newspaper did rise on the ashes of an Armenian printing house, a major publisher of the ottoman era. How and why is not obscure. Let's leave it to your imagination. However a few words are in order. Abandoned Armenian property called Emval-i Metruke(Terkedilmiş Mallar). Now we can read more about it.[1]
Read: Turkish Parliament Record 1 on Matosyan Matbaasi | Record 2
Read about Agop Matosyan Matbaası
Rakel Dink, 91 yıllık tarihinde ilk kez ‘Bir daha asla‘ anlamına gelen Ermenice manşetle çıkan Cumhuriyet gazetesine ‘Ermeni soykırımı‘nın 100. yıldönümünde çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
Bu yazıyı okuduğunuz gün 24 Nisan. Ağır ve çok acılı bir yas günü. Bugün sizler için kendi hikâyemi Tanrı’nın yardımıyla kısaca yazmaya çalışacağım.
1959’da şimdi Şırnak’a bağlı olan Ermeni Varto Aşireti’nde doğdum. Adı şimdi Yolağzı Köyü olarak değişmiştir. Varto, babamın dedesinin adı, Vartan’dan gelir. Büyük dede Vartan zamanında Van’dan gelmiş oraya. Cudi Dağı’nın güney eteğinde bulunur. Irak ve Suriye sınırına yakın. Cudi Dağı bizim oradan bakarken çok heybetlidir. Bize komşu Hasana köyünden ise kanatlarını üzerine germiş gibi görünür. Şimdi ise ne Hasana Köyü ne de Ermeni Varto Aşireti var. 1915’te yok etme fermanı gelir. Bizde Kürtçe “Fermana Me Xatibi” derlerdi. Bizimkiler bu fermandan “Tayanlar” olarak bildiğimiz Arap Müslüman bir aşiretin yardımıyla Cudi’nin içinde, yükseklerdeki kaya kovuklarında, mağaralarda uzun yıllar saklanarak hayatta kalmışlar. “Cudi bir azizin adı. Mesih onun adı hatrına bizi sakladı” derler. Hatta efsane olmuştur; o zamanki mağaralar aslında yokmuş…
Kurt mu yedi kuş mu?
1915’te kaçarlarken akrabalardan birinin yeni doğmuş ağlayan çocuğu susturulamaz. Kayınvalide “Siz yürüyün, biraz bana ver kızım onu” diyerek alır ve Ben telaffuz edemiyorum, siz tahmin edin. Bebek anneannemin ablasının çocuğu. Başka biri kız çocuğunu artık taşıyamamış ve gözünü bağlayarak bir ağacın altına koymuşlar. Eline bir kuru ekmek parçası tutuşturmuşlar. Gözlerini bağlamışlar ki bir zarar gördüğünde korkmasın. Her anlattıklarında “Kurt mu yedi, kuş mu” der ağlarlar. Kim bilir? Belki bir yerlerde birinizin anneannesidir…
Babam Siyament’in soyadı Vartanyan iken Soyadı Kanunu’yla Yağbasan olmuş. Annem Delal. İkisi de becerikli, yaptıkları her işi en iyi şekilde yapan, cesur, dürüst insanlardı. Ekmeğini taştan çıkaran bu insanlar, kimsenin malına göz dikmediler, yalan solumadılar, her zaman hakkı, doğruyu, adaleti savundular. Zulme karşılık bile. Bize de kendilerinde olanı yaşayarak verdiler, öğrettiler. Annem 35 yaşında hastalandı. Ben sekiz yaşındaydım. Rahmete kavuştu. O yıl içinde bir grup hayırseverin yolu bizim köye de düştü. O zamanki Patriğimiz Şnork Srpazan’ın teşvikiyle Anadolu’daki köyleri gezip kılıç artıklarını buluyorlardı. Anadolu’da tek bir Ermeni okulu kalmadığı için yaşı okula uygun çocukları alıp İstanbul’a getirmekti amaçları. Hrant Güzelyan ve Orhan Yünkes, babamla birlikte 12 çocuğu İstanbul’a getirdiler. İkinci gruptuk biz. Dilimizi, dinimizi öğrenmemiz, eğitim almamız için yatılı okula yerleştirildik.
Babamız nöbet tutardı
Köydeyken çok geceler babalarımız nöbet tutardı. Köpekler ulurdu. Bir korku ruhu sanki gezinirdi. Tabii ki çocuklara hissettirmemeye çalışırlardı ama tavırlardan, kadınların fısır fısır durmadan dua etmelerinden sezer, tedirginliği görürdünüz. Farklı zamanlarda iki kere çobanlarımız öldürüldü. Geride son kalanların İstanbul’a göç etmesinden önceki hafta bir başka Hıristiyan köyü olan komşu Hasana Köyü’nden bir adamı öldürüp her bir parçasını bir tarafa atmışlardı. Korku gittikçe arttı. Babama kiracı olan komşu Dadar Köyü ağası sahte tapu icat edip mahkemeye vermişti babamı. Babam 40 yıl bu davaların, toprak keşiflerinin peşine düştü. Çok kez yaralandı, yoruldu ama vazgeçmedi. Babam 72 yaşında Brüksel’de, sizin deyiminizle “Diyaspora” olarak “toprak talebi” sürerken rahmete kavuştu. Dava hâlâ devam ediyor.
Haber görseli1978’de kamp yöneticimiz Güzelyan’ı vurdular. Yaralı kurtuldu. 1979’da Ermeni militan yetiştiriyor diye hapse attılar. İki çocuklu biz, yazları kampta yönetici olarak sorumluluk aldık. Hrant bir taraftan üniversitede öğrenci, bir taraftan da süren bir ekmek kavgası. 1986’da üçüncü çocuğumuz doğdu. Ve Tuzla Kampı’na el kondu. Bugün yıkık dökük duruyor. Keşke hayırlı bir amaç için kullansalardı. Alıp eski sahibine geri verdiler. Sonra kaç el değiştirmiş. Hiçbir sahibine hayır getirmedi.
Kışın İstanbul’da çocukların kaldıkları yerler ise o dönemde birer birer kapatıldı.
Bugün bu bilgi çağında aslında hiç kimsenin bilmiyorum demeye hakkı yok. Benim veya başkasının hayat hikâyeleri... O dönem hayatta kalanların her birinin mucizeyle hayatta kaldıklarını görüyor insan.
Şimdi “Soykırım demiyordu Hrant” deyip laf ebeliği yapıyor Perinçek gibi zavallılar. “İfade özgürlüğü”nün peşine düşmüşler devlet kadrosuyla. Talat Paşa ve dostları... Öldürmenin öteside varmış. 19 Ocak 2007’den sonraki mahkemeleri de gördük. Öldürmekle tatmin olmayan öfkeyi de, nefreti de mahkemelerde gördüm.
Canım Çutağım... O, sizi incitmeden, kendinizin sonuçları görme, anlama büyüklüğüne, onuruna erişmenizi istiyordu. Çünkü çok iyiydi. Sizi çok seviyordu. Size yardım etmekti isteği ve amacı. Irkçılığın insanlıktan nasibini almamış, körleşmiş, gözleri dönmüş çok hallerini gördük. Mahkemenin ortasında resmen ölünün üzerinde tepiniyorlardı. Hem tehditlerle yaşarken hem de cinayetten sonra. Bu soykırım zihniyeti değil mi?
Öyle, “Kimse kalmadı... Gittiler işte”, “Keşke gitmeselerdi. Gittiler, bereket de gitti”, “Aramız iyiydi, dış güçler nifak soktular” demeyle olmuyor. Samimiyetle, yaşanılan vahşeti, ölü soyuculuğunu, mahremiyetlerin hepsinin yerle bir edilmiş olma kötücüllüğünü, o kul hakkı dediğiniz bütün hakların çiğnendiğini, malın mülkün, haysiyetin yok edildiğini, hiçbir hakkın korunmadığını ikrar etmek gerekli.
Bildiklerim, duyduklarım, yaşadıklarım belki cüzi. Belki bir bütünün azıcığı. Ama bütünün ne kadar büyük olduğunu hangi akıl, hangi yürek kavrayabilir?
Şimdi seyrediyorum. İnkâr libası ne kadar komik duruma düşürüyor, gülünçleştiriyor insanlığı. Benimkisi acı bir gülümseme. Acılaşmış, gözyaşı dolu bir gülümseme. Biraz da öfkeyle beklenti dolu bir gülümseme.
1915’teki dünyayı seyrediyorum. Bütün insanlığa, politikalarına acı acı ağlıyorum. 2015 insanlığını seyrediyorum, ruhum inliyor içimde. Canım çekiliyor. Ülkemi seyrediyorum. Utanıyorum. Ağlıyorum. Boğazım düğümleniyor. Yutkunmakta zorlanıyorum. Sesimi koyveriyorum. Bağrımdan dökülüyor gözyaşlarım. Tanrı’yla konuşuyorum, dertleşiyorum. Biriciğinin adında Hisus’ta yalvarıyorum. İnsanlığa merhamet etsin diye. Yürekleri tövbeye yönlendirsin diye. O zaman Tanrı yere iner, insan da içtenlikli ikrarla devam eder. Yürekler birleşir, yaralar merhem bulur, şifa ve sevinç gelir. Eski kokuşmuş zihniyet de kirli, paçavra bir elbise gibi sıyrılıp atılır. İnsan billurlaşır, kurtulur, hafifler, özgürleşir tarihin kementlerinden.
Ben bugün, önce Balıklı’da Çutağımın mezarında, sonra Şişli’de Sevag’ın mezarında, sonra da 1915 soykırımında ölenlerimizi anmak için Taksim Meydanı’nda sessizce bu ülkenin özgürleşmesini bekleyeceğim.
[1] EXCERPT Matosyan Matbaası: Cumhuriyet’in Emval-i Metruke mirası by ALIN OZINIAN[*]
"...6 Ekim 2013, PazarCemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal “1915: Ermeni Soykırımı” adlı kitabında ailesine verilen, şu an hâlâ Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş'taki konaktan bahseder. Hasan Cemal, aynı kitapta çok az insanın bildiği bir yaraya daha parmak basar. Cumhuriyet'te çalıştığı yıllarda öğrendiği bir gerçeği, Matosyan Matbaası'nı anlatır: “Nadir Nadi şöyle anlatırdı: Matosyan'ın sahibi yurtdışına kaçtıktan sonra babama satıldı matbaa. Atatürk gazete için çok acele ediyordu. Avrupa'dan bir makine getirtmeye kalkışsanız uzun zamana gereksinme duyulacaktı. Oysa el altında ve boş duran bir makine vardı."
Genç Cumhuriyet'in ‘gözde' gazetecisi, Mustafa Kemal'in en yakınındaki isimlerden biri olan Yunus Nadi, 1924 senesinde ele geçirdiği matbaa için bir miktar para ödedikten sonra ödeme yapmamış, üstelik devlete ödediği paranın kendisine derhal verilmesini dahi talep etmişti. Zira makinelerin tesliminden kısa bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple yangın çıkmış, çıkan yangında her nasıl olmuşsa matbaa makinelerinin demir aksamlarından dahi geriye en ufak bir iz bulunamamıştı. Matosyan Matbaası'nda bulunan her türlü demirbaş ve kişisel eşyayı satışa çıkaran Yunus Nadi, elde ettiği ganimeti en ufak parçasına kadar değerlendirmiş, hatta Matosyan'ın kütüphanesindeki kitapları dahi Milli Eğitim Bakanlığı'na satmış; sonrasında bu kitaplar Gazi Eğitim Enstitüsü'ne verilmiştir. Dönemin Tanin Gazetesi'nin verdiği haberde, Matosyan'ın kitaplığının değerinin bile tek başına, Yunus Nadi'nin Matosyan Matbaası için devlete ödemeyi taahhüt ettiği miktardan daha fazla olduğuna dikkat çekilmişti.
Döneme ait tapu kayıtlarının 2005 yılında, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün Türkçeleştirerek, bilgisayar ortamına aktarmak girişimi, Milli Güvenlik Kurulu Seferberlik ve Savaş Hazırlıkları Planlama Daire Başkanlığı'nca böyle bir girişimin ülke menfaatleri açısından sakıncalı olduğunu belirtmesi ile, başarıyla engellenilmiştir. İttihatçı yapılanma karanlık geçmişini korumayı başarabilmiştir.
Osmanlı'nın en önemli matbaalarından biri olan Matosyan Matbaası bugün rejim bekçiliği yapan Cumhuriyet Gazetesi'ne çevrilirken, Kasapyan ailesinin el konulan evlerinden biri Çankaya Köşkü'ne dönüştürülmüştür. Kısacası yeni kurulan Cumhuriyet, sadece Ermenilerin acıları, kayıpları üzerine değil, bizzat mülkü ve hakkı üzerine de kurulmuştur.
Gaspa dönüşen Emval-i Metruke kanunu sonrasında, Cumhuriyet'in temel taşı olan Ermeni Kapitali, gelecek yıllarda Rum ve Musevi mallarıyla birlikte, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarıyla Türkleştirilmeye devam etmiştir. 1974'te vakıf mallarına el konulması, ziyafetin son lokması olmuştur. Yaklaşık 100 yıl sonra, Ermenilerin izi tamamen bu topraklardan silinmeye ramak kala, bugün, Vakıflar Kanunu'ndaki tüm sorunlara rağmen bazı önemli adımlar atılmakta, gaspçı ve inkarcı siyasetin yanında “kul hakkı"ndan da yoksun İttihatçı yapılaşma ilk kez mağlup olmakta..."
[*] Türk-Ermeni iş geliştirme konseyi (TABDC) basın sözcüsü. doğu ve batı Ermenicesi, Türkçe, Ingilizce, Rusça ve Osmanlıca bilir. Doğu Bilimleri ve Türkoloji master'ı vardır. Siyaset biliminde doktora yapmaktadır. alinozinian
Aline Ozinian is currently a PhD candidate at the Yerevan State University in the faculty of Political Science. Besides her studies Ozinian is the Regional Project Coordinator for International Alert-CBDN, and the Press and Public coordinator with TABDC/Turkish-Armenian Business Development Council. Ozinian is the author of several studies concerning Turkey-Armenia relations and regional political analyst with Daily Zaman and Weekly Agos Newspapers. Research Studies: “The intellectual and spiritual atmosphere in Turkey about the Armenian Problem” Heinrich Boll Foundation, 2006-2007 “Armenian citizens working illegally in Turkey” Friedrich Ebert Stiftung-Turkey 2007-2008. “State of Armenian Working Migrants in Turkey” Eurasia Partnership Foundation 2009-2010, E-mail: alineozinian[at]gmail[dot]com
No comments:
Post a Comment