April 13, 2020

Profile | Nahit Hanim

“ Bir sevgilim vardır, pek muteber; 
 İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.”

" Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar
Sade kadın değil, insan
Ne kibarlık budalası
Ne malda mülkte gözü var
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar." 


Mavi Boncuk | NAHİT GELENBEVİ FIRATLI DAMAR

1909 yılında Girit'te doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul'un Kandilli semtinde okudu. Erenköy Kız Lisesi mezunu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi.
Öğretmenlik hayatına, Ankara Kız Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak başladı. Öğretmenliğe, Edirne Lisesi ve Haydarpaşa Erkek Lisesi'nde devam etti. İlk eşi, milli eğitim müfettişliği ve Devlet Güzel Sanatlar Müdürlüğü gibi görevlerde bulunan eğitimci Halil Vedat Fıratlı idi. İlk eşinden ayrıldıktan sonra ikinci evliliğini (1955) yılında şair Arif Damar'la yaptı.
İki evlilik arasında Orhan Veli ile bir ilişki yaşadı. Onun şiirlerinin ilk okuyucusu oldu. Bu ilişki, 1950 yılında şairin ölümü ile son buldu.

Yaprak dergisinin çıkmasında, maddi manevi katkıları oldu. Orhan Veli ölmeden önce içinde daha önce hiç yayınlamadığı şiirleri de bulunan iki şiir defterini "öldükten sonra yayınlaması ricası"yla kendisine teslim etti.

Evi, ömrünün son günlerine kadar yazar ve şairlerin toplantı mekanı oldu. Edebiyatçılar, onun cuma sofralarında biraraya geldi.

Türk edebiyatında, Can Yücel, Sabahattin Ali, Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli, Ece Ayhan, Turgut Uyar ve Cemal Süreyya gibi bir çok isimle kurduğu yakın dostluk ilişkileriyle tanınandı. 17 Mayıs 2002 tarihinde, 93 yaşında öldü. Feriköy Mezarlığı'na gömüldü.

Orhan Veli, Ankara’da 1945’te çalışmaya başladığı MEB Tercüme Bürosu’ndan 1947’de ayrılarak, İstanbul’a yerleşir. Nahit Hanım yanında değildir artık. Özlemlerini karşılıklı mektuplarla gidermeğe çalışırlar. Daha ilk mektupta şair, Nahit Hanım’a  “ Çünkü senin mektuplarına ne kadar ihtiyacım olduğunu zannederim söylemiştim.Ankara’ya gelmemin bazı şartlara bağlı olduğunu yazmakla acaba seni müşkül vaziyette ( zor durumda ) mi bıraktım ? Emin ol, dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum… Bu mektubumu aldığın vakit her halde cevap ver Nahit. Birkaç şey olsun söyle. İstersen bana darıl. Eskisi gibi sitemlerde bulun. Sesini duymuş gibi olayım. Senden cevap almadıkça hiçbir şey yazmayacağım. Daha doğrusu yazamayacağım. Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok.”
Başlangıçta İstanbul’a alışmakta zorlanır Orhan Veli. İstanbul O’nu sıkmaktadır. Yahya Kemal için  Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönüşleri iken; Orhan Veli  İstanbul’a gelmek mecburiyetinde kaldığı için müteessirdir (üzüntülüdür). Şöyle devam eder mektubunda bu konuya: “ Bu teessürüm (üzüntüm) de her şeye rağmen, her şeyden ziyade de senden hiçbir şey beklememeye karar vermiş olmama rağmen, senden geliyor. Daha açık söyleyeyim, senden ayrılmış olmamdan geliyor. Ankara’dan ayrılmanın verdiği hüzün bu sefer de Ankara’ya bir an evvel dönebilmek gayretine inkılap etti ( dönüştü). Burada daha hiçbir yeri görmedim. Görmek de istemiyorum. Şehir, çamurlu sokaklarıyla, bulutlu tatsız havasıyla, bana dünyadaki şehirlerin en çirkiniymiş gibi geliyor. Hiçbir şey düşünmeden oturup çalışacağım. Elimdeki işi bitirip parasını alınca da doğru oraya geleceğim.” Ancak uzun süre Ankara’ya dönemeyecektir. Çünkü ekonomik sıkıntılar içindedir şair. Öyle ki Ankara’ya bir tren bileti alacak parası bile yoktur. At yarışı oynamayı düşünür, ama bunun için de para gerekmektedir. Bunların yanında Nahit Hanım’ın yersiz kıskançlıkları da şairi, bazen, bunaltır.
1947’nin ilkbaharını, yazını birbirlerini görmeden, aralarında gidip gelen mektuplarla geçirirler. Nahit Hanım’ın  Paris’e gitme planları vardır. Şairden Paris’te buluşmalarını ister, Orhan Veli bunun için de planlar yapar, ama sonuç alamaz.
15 Ağustos 1947 tarihli mektubunda hâlâ birbirlerini görememiş olmanın sıkıntıları içinde şöyle yazacaktır Nahit Hanım’a: “Hani sen ara sıra bana Ankara’ya gelip gelmeyeceğimi sorarsın. Benim hiçbir zaman maddi imkânlarım seninki kadar müsait olmayacaktır. Vaziyetimizi buna göre düşün. Demek bundan sonra yapabileceğimiz tek iş ilânihaye (sonuna kadar) birbirinden ayrı yaşamaya mahkûm iki insan gibi mektuplaşmak! Ferhat gibi bir kazmaya ihtiyacım olacak demektir.” Aynı yılın 29 Ağustos tarihli mektubunda görüşememenin canına tak eden halini de şöyle anlatmakta: Daha uzun zaman birbirimizi görmeden yaşamaya mahkûm olduğumuzu düşünmenin ne biçim bir şey olduğunu tasavvur edebiliyor musun?  Bana artık birbirimizden bütün bütün ayrılmışız gibi geliyor. Bundan sonra mektuplaşmamız da tuhaf olacak. Kaderleri ta başlangıçta ayrılmış, her biri ayrı birer kıtada kalmış iki eski sevgilinin ömürlerinin sonunda birbirlerinden haber alması gibi. Sen bundaki acılığı  duymuyor musun? Ben çok duyuyorum. İradelerimiz bundan ileriye geçemiyor demek. Ne zayıf mahlûklarmışız…”
Orhan Veli’nin bütün olumsuzluklara, hatta, sefaletine rağmen Ankara’ya gidip sevgilisini görmek istemesini dayanılmaz bir acı olarak anlatırken ne kadar duyarsız kalabilirsiniz?  Okuyup, bir deneyin isterseniz:
“…Ama vaziyetimi bir düşün. İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Pabucum (ayakkabım) yok, gömleğim yok, kravatım yok, pardösüm yok. Bu kıyafetle Ankara’ya gelebilir miyim ? Gerçi senin yanında olmadığım zamanlar sokağa çıkmam. Fakat hiç kimseye görünmeden Ankara’ya kadar gidip gelebilecek  miyim ?”


Orhan Ve­li’nin Nahit Hanım’la tanışıklığını da Cemal Süreyya’dan öğreniyoruz:
“İlk eşi Halil Vedat Fıratlı, Yahya Kemal'in öğrencisiydi. Orhan Ve­li de o eşinin öğrencisi. Gülten Akın ise kendisinin öğrencisi. Ve ken­disi sonradan Arif Damar'la evlendi.”
Ve devam ediyor satırlarına Cemal Süreya “Ankara Kız Lisesi'nde, sürgün edildiği Edirne Lisesi'ndeki ede­biyat öğretmenini arıyorum. Öğretmen değil komşu. Dev bir bardağa su, yüksük kadar bir ayaklı kadehe rakı koyuyor.
Benzersiz biri Nahit Hanım. Eşi, karşılığı yok.”

Yıllar sonra kendisinin de aralarında bulunduğu birçok şairin aşık olduğu Nahit hanım için kaleme aldığı yazısını Cemal Süraya, Orhan Veli ile bitirir. Çünkü o da bilir Nahit Hanım için “garip” Orhan Veli’nin özel bir anlamı vardır:
“Nedense Orhan Veli'nin, ölümünden sonra müsveddesi diş fırça­sına sarılı bir kâğıtta bulunan tamamlanmamış ‘Aşk Resmigeçiti’ ad­lı şiiri, bende her zaman Nahit Hanım'ın yüzünü çağrıştırmıştır:''





Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar."


------------------------

"Şiirlerinin ilk okuyucusu"

Orhan Veli mektuplarında ona şiirler de göndermiş, zaten Nahit Hanım hayatı boyunca “şiirlerin ilk okuyucusu” olarak bilinmiş… Bu şiirler onu Orhan Veli yapan şiirleri; “Tren Sesi”, “Denizi Özliyenler İçin”, “Gün Olur”, “Sizin İçin”, “İstanbul’u Dinliyorum”, “Hürriyete Doğru”, “Galata Köprüsü”, “İçkiye Benzer Bir Şey”… Ve hepsi ilk yazıldığı haliyle duruyor mektuplarda; Orhan Veli’nin daha sonra yaptığı düzeltmelerden önceki ham halleriyle…
Duyguların yoğunluğu, ilk mektubun heyecanı dolayısıyla ve de en önemlisi daha sonra ilk şiir kitabı Vazgeçemediğim'e (Marmara Kitabevi, 1945) “Tren Sesi” adıyla aldığı şiirinin neden ve kime yazıldığını yıllar sonra anlamam dolayısıyla beni çok etkiledi.
Şimdi sözü ustaya bırakma zamanı. İşte kitabın üzerinde tarihi olmayan ilk mektubu
“Nahit,
Bir haftadan fazla oluyor. Sana bir mektup yazmıştım. Bugüne kadar cevap alacağımı umuyordum. Yoksa bana susarak mı muka­bele ediyorsun. Böyle ise çok müteessir olacağım. Çünkü senin mek­tuplarına ne kadar ihtiyacım olduğunu zannederim söylemiştim.
An­kara'ya gelmemin bazı şartlara bağlı olduğunu yazmakla acaba seni müşkül vaziyette mi bıraktım. Belki de bunun için yazmadın.
Ama ne lüzum var?
Benim Ankara'ya gelmem zaruret değil ya. Ben bura­da kalırsam senin bana olan dostluğun devam edemez mi?
Dostluğu arkadaşlık manasında almıyorum.
Evvelden beri mevcut olan şekilde bir dostluk.
Emin ol, dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum.
Bir müddet de böylesine tahammül edeyim. Bu bir türlü düzelmeyen bedbin hava, biliyorum, seni artık bıktırdı.
Ama ne yapayım. Değişemiyorum. Bu zayıf irade ile hayattan zevk alabilmek ancak mucizelerle kabil olacak.
Ben asker iken1 bir mektup yazmıştın. Orada ‘Mucizeler beklemeye hakkımız yok mu?’ diyordun. Zaten kala kala bir o hakkımız kaldı galiba. Bu üzüntülerden yorulur da belki günün birinde isyan eder, böyle bir mucizeyi kolaylaştırabiliriz.
Bu mektubumu aldığın vakit her halde cevap ver Nahit. Birkaç şey olsun söyle. İstersen bana darıl. Eskisi gibi sitemlerde bulun. Sesini duymuş gibi olayım. Senden cevap al­madıkça hiçbir şey yazmayacağım. Daha doğrusu yazamayacağım. Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok. Ne anlatayım. Biliyorsun, bir seneden beri şiir yazmıyorum. Son günlerde bir tane yazdım. Sana onu da gönderiyorum. Fakat bunu okurken halime raptetmeye kalkma. Şiir şu:
Adını henüz koymadım2
Garibim
Ne bir güzel var avutacak gönlümü
Bu şehirde,
Ne de bir tanıdık çehre;
Bir tren sesi duymayagöreyim,
İki gözüm,
İki çeşme. 
Söylediğim gibi, mektubunu bekliyorum Nahit. Sevgi ile gözle­rinden öperim.
Orhan Veli” (HK)
1- Askerliğini, 1942-44 arası iki buçuk yıl süreyle, Gelibolu Ortaköy'de emir subayı olarak yaptı.
2-  Bu şiirin "Tren Sesi" başlığı altında, kendi imzasıyla yayımladığı ilk kitabı Vazgeçemediğim'de (Marmara Kitabevi, 1945) yer alması bu tarihsiz mektubun 1944 ya da 1945'te, Ankara'da Tercüme Odası'nda çalışmaya başlamadan önce, İstanbul'dayken yazıldığını gösteriyor.
* Nahit Hanım fotoğrafları Özay Erkılıç arşivi.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
15 Şubat 2014, Cumartesi
Haluk Kalafat

No comments:

Post a Comment