İstanbul kayıkçılarına ait bir
defter de bu durum u
doğrulam aktıdır. 1802
tarihli olan bu defterde
İstanbul'daki iskeleler
ile Boğaziçi'nde işleyen
kayık ve kayıkçıların,
kefillerinin adları yazılıdır. D eftere göre İstanbul'da 6572 kayıkçı
vardır ve bunlar 3996
kayık kullanmakta ya
da işletmektedirler.
Bu
kayıkçılardan,5184'ü
Müslüman olup, 1401'i
çeşitli askeri gruplara
aitti. 3783 esnaf kayıkçı
vardı. 924 Hıristiyan,
464 Yahudi kayıkçılık
yapmaktaydı.
19. YÜZ ILDA
KAYIKÇILIK
Bu devirde kullanılan kayık ların arka
yüzleri geniş ön yüzleri
dardır. Büyükdere'den
İstanbul'a kayık ile gidişte denizdeki akıntılardan faydalanılarak
1,5 saatte varılırdı. Aynı yere aynı saatte ulaşmak isteyen bir atlı, atını dört nala sürmek zoru ndaydı. Akıntıd an
yararlanılarak İstanbul’a 3,5 saatte gidip
gelinirdi. Zengin kimseler üç çifte ile yolculuk ederlerdi.
Kayıkların kürek sayısı sahibinin toplumsal durumunu gösterirdi. Bu konuda bir nizamname vardı. Bostancıbaşı tarafından izlenir ve uygulatıhrdı. Sadrazam, şeyhülislam ve diğer yüksek
rütbeli devlet memurları 10 çifte kürekli kayık; Anadolu, Rumeli
kazaskeri ile İstanbul,
Üsküdar, Galata kadıları, hekimbaşı ve diğer
memurlar 8 çifte kürekli; sancakbeyi ve diğer aşağı rütbede bulunan kişiler 3 çifte kürekli kayık kullanabilirlerdi.
Bunların dışında
Boğaziçi ve öteki İstanbul kıyılarındaki her
yalı ve sahilhanede bir
ya da birden fazla kayık bulunurdu.
İstanbu l kayıkları
ölçüleri, biçimleri ve
süslemeleri bakımından, Akdeniz teknelerinden ayrı bir özellik
taşırlardı. Kayıklar Haliç ve Boğaziçi'nin güzellikleriyle uyum sağlayacak, o güzelliklere
yaraşacak ölçülerde yapılırdı.
Süsleri: Nakış
ve oymalardı. Renkleri:
Türk kırmızısı, yeşil;
son devirlerde de beyaz ve vernikli ağaçtan
yapılmış açık sarı, koyu sarı, ve tahini idi.
Yanlarına bir iki sıra
koyu lacivert, mor, siyah, yeşil ya da altın
yaldızdan şeritler çekilirdi.
Saray ve devlet
adamlarına ait kayıklar
tersanede yapılırdı.
Resmi ve makama ait
olan bu tekneler Tersanedeki kayıkhanede
saklanırlardı. Paşaların
kendilerine ait olan kayıkları, yalılarının kayıkhanelerinde dururdu.
Her yıl yeniden yapılan ya da dikkatli bir
onarımdan geçirilen bu
kayıklar, devlete bü
yük bir masraf getiriyordu. En güzel kumaşlard an yapılmış
döşemeleri, nakkaşhanede yapılan boyaları
ve yaldızları çok pahalıya maloluyordu. Eski devirlerde İstanbul’da kayık yapımı
çok önemli bir sanat
dalıydı. Kayıklara en
ince endazeyi (göze en
hoş görünen en uygun
ölçüyü) veren ustalar,
maharetli nakkaşlar,
yaldızcılar ve yalnız
kayık ve filika küreği
yapan kürekçiler vardı.
En görkemli kayıklar ise Saray'a ait olanlardı. Bunlar padişaha,
valide sultana, hükümdar maiyetindekilere
ve harem takımına özgü olan, çeşitli büyüklükte kayıklardı. îki,
üç, dört, beş çiftelere
binm ek teşrifat (protokol) ve merasimle (tören) olurdu.
Padişahlar törenle
köşklü saltanat kayıklarına ya da köşksüz
yedi, beş, dört çiftelere
binerlerdi. Tebdil kayıklarına bindiklerinde
merasim yapılmazdı.
Padişahlar donanmayı ziyarete giderlerken filikaya binerler
küreklerini değişik bir
kılıkta olan Bahriye askerleri çekerlerdi.
Deniz seferlerine
katılan padişahların
bindikleri kadırgalara
Baştarde-i Hümayun
ya da Yeşil Kadırga denilirdi.
Padişahlardan sonra en gösterişli kayıklar
valide sultanlarındı.
Sarayda haremin en
güçlü hademi 'devletlü ismetlü' denilen hazinedar ustanın bir beş,
iki de üç çifte kayığı
vardı. Padişah kızları
ve kadınları da beşer
çifte kayıklara binerlerdi. Şehzadelerin beşer,
dörder çifte kayıkları
olur, ayrıca maiyettekilere ait kayıklar da bulunurdu.
Sultan Abdülmecit
ve Abdülaziz devirlerinde şehzadelerin çeşitli çifte kayıkları, kikleri ve filikaları vardı.
Sultan Abdülaziz Veliahd Murat Efendiye
Süreyya vapurunu armağan etmişti. Saray
kadınlarının bindikleri
'kırlangıç' adlı tekneler
hafif yelkenli ve hızlı
giden teknelerdi.
1823 yılında Padişah'ın Hazinedar
Ağa'sının onbir oturak
sandalı ve yedi çifte piyadesi vardı, baş mirahur için yedi çifte, ikinci mirahura beş çifte,
çuhadar ağa ile bevvablar kethüdası için
de yedişer çifte kayık
ayrılmıştı.
Darüssaade ağalarının da bir beş ve üç tane de üç çifte kayıkları
vardı. Kaptan-i deryalar
'kara kancabaş', 'yeşil
kancabaş' denilen yedi
çifte kayıklara binerlerdi.
Karadeniz boğazı
Nazırının Devletlülere
ait 'karabin' denilen beş
çifte kürekli tekneleri
vardı.
Donanma ileri gelenleri, bahriyelilerin
kürek çektiği oymalı,
nakışlı ve küçük toplarla süslü filikalara binerlerdi. Kayıkların, filikaların kürekçileri zaman zaman çeşitli elbiseler giymişlerdir.
1795
yılmda Tersanedeki kayıkçılara eskisi gibi siyah aba, beyaz aba, beyaz keçe veriliyordu.
19 yüzyılın ikinci
yansında kayıkçılar kışın çuha şalvar, perdahlı galeş, çuha setre,
Balıkesir abasından
başlıklı yağmurluk;
yazları ise patiska şalvar, k olları geniş bü rümcük gömlek, kırmızı, kahvereng i ya da
sırmalı cebken giyerlerdi.
19. yüzyılda İstanbul'da bulunan Amerikan elçisi Cox[1] anılarında Türk güzel sanatlarının bir örneği olan
kayıklarım ız için: "Yolcular kayıkta yere serilm iş bir Türk halısı ya
da kırmızı bir minder
üzerinde otururlar. Kayıklar uzun ve dardır,
yolcunun her hareketinden etkilenirler. Sinirli kişiler bunlara hiç
binmemeli. Fakat Türk
kadınının, yaratılışına
uyan ihtiyatlı bir yürüyüşü ve oturduğu yerden hiç kımıldam ayanhah vardır.
Bu hafif kayıklar,
çoğunlukla insana bir
cisim değil, bir hayal
hissini verir, kenarına
örtülmüşolan ve hem en suya dökülecekmiş gibi duran sırma
saçak lıal çuha Boğaz'm zengin ve çeşitli
renkleriyle ışıldar, kayık bu örtüsü ile ve
kendisine yakışan
onurlu duruşuyla, azamet veren yolcuları ile
görkemli bir manzara
gösterir" demektedi
(Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları - Hayati
Tezel / Erem Çalıkoğlu) Cem Yayınevi, Istanbul 1983
VÜKELA KAYIKLARI
Boğaziçi'nde oturan devlet adamlarının piyadelerine vükela kayığı, denirdi. Ve burada oturan devlet adamlarına vükela vapuru tahsis edilmeden önce bu kayıklarla İstanbul'a gelip giderlerdi. Protokol
gereğince paşaların yanında birer yaverle, birer çavuş bulunurdu. Akşamları Sirkeci'den Boğaza doğru akm akm kayıklar yol alırlardı. Tüfekli, palaskalı
çavuşlar, kayığın kıç üstünde, yaverler de paşa ile
birlikte ambarda otururlardı. Bunlardan başka kayıkta iki de ağa bulunurdu. Bunlardan biri paşanın
çubuğunu doldurup verir, diğeri şemsiyesini tutardı. Kırmızı şemsiye açmak padişahlara mahsus olduğu için tutulan şemsiyenin rengi kırmızıdan başka renkte olurdu. Kayık sarayın ya da vükeladan birinin yalısı önünden geçerken saygı gereği, şemsiye
kapatılırdı. Ramazan akşamlan genellikle yolculuk
sırasında top atılırdı. Bunun için de kayıkta iftariye
bulunur, iftar ettikten sonra 'terkeş' adı verilen kısa
çubuklar yakılır; yalıya çıkınca da akşam namazları
kılınırdı.
Geçmiş yüzyıllarda vezirlerin kayıkları da kendi
aralarında birtakım alametlerle ayrılırdı. Paşalar
trabzanh kayıklara binerlerdi.
Sadrazam paşanın kayığının kıç tarafı daha çok
yeşil çuha ile örtülü bulunurdu. Süslemeleri bakımından da daha zengin olurdu; şeyhülislamlar da
sadrazamlar gibi gösterişli kayıklara binerlerdi.
XVIII. yüzyılda paşaların kayıkları Tersanedeki
kayıkhanelerde durur ve istenildikçe, tatil günlerinde buradan çıkarılıp paşanın emrine giderdi. Eskiden Türk Bahriyesi amirallerinin birer tane kiki
olurdu. Bunlar sabah akşam narin yapılarıyla Haliç
sularında birbiri ardından görünürlerdi.
Kiklerin baş omuzluklarındaki yıldızlar sahibinin rütbesini gösterirdi. Birer Yıldız Liva (Tuğamiral), ikişer yıldız Ferik (Tümamiral-Koramiral), üçer
yıldız Müşir (Oramiral-Büyükamiral) işareti idi.
[1] Samuel S. (Sullivan "Sunset") Cox (September 30, 1824 – September 10, 1889) was an American Congressman and diplomat. He represented both Ohio and New York in the United States House of Representatives and served as United States Ambassador to the Ottoman Empire. During and before the American Civil War, Cox was a moderate member of the Copperhead faction, who supported peace with the South at any cost. He voted against the Thirteenth Amendment to the United States Constitution. After moving to New York, he focused his advocacy on trade liberalization, civil service reform, and railroad regulation.
DONANMAYI HÜMAYUN ve KAPTAN PAŞA
Kaptan Paşa yahut Kaptânı Deryâ, Türk İmparatorluğu deniz
kuvvetlerinin, resmi tâbiri ile «Donanmâyi Hümâyûn» un en büyük âmiri idi.
Divanı Hümayun âzası olarak, Divana gelen bütün devlet işleri üzerinde söz ve
rey sahibi idi. Makamı, mesuliyeti ağır makamdı. Kaptan Paşaların elinde iki
büyük müessese vardı: Donanma ve Tersane.
Donanma üç büyük birlikten
kurulmuştu:
1- Donanmanın esasım teşkil eden tersane gemileri;
2-Deniz cengi
seferi ile vazifelendirilmiş sancak beylerinin gemileri;
3- Deniz akıncıları
(tarihi edebiyatımızda Magrib Korsanlan, Magrib gemicileri denilen Cezayir,
Trablusgarb ve Tunus gemileri).
Kaptan Paşalar, her sene deniz seferi
mevsiminde (ilkbahar ortalan ile sonunda) donanmayı sefere çıkacak durumda
hazırlamakla ve İstanbul'daki büyük tersanenin, (Kasımpaşa tersanesinin) daimi
faaliyetine nezaret ile tersanedeki teçhizat ve cephane ambarlarının noksanmı
tamamlamak, bu ambarları gereği gibi dolu bulundurmakla mükellefdiler. Öylesine
ki Hazinei Hümâyûn (dolayısile Maliye Bakam yerinde olan Başdefterdar),
tersaneye gereken tahsisatı temin edemeyince, yani hâzinede darlık olunca
Kaptan Paşalar tersane faaliyetini durdurmamağa çalışırlar, âcü ve zarurî
marsafları, sonra hâzineden almak üzere kendi keselerinden öderlerdi; ve bu hal
âdeta an'aneleşmişti. Onun için Kaptan Paşalığa getirilecek kimselerin makama
liyakatinden ziyade varlık sahibi, zengin vezir olmasına dikkat edilirdi.
Donanmâyi Hümâyûn, tersaneden an'anevi merasimle hareket ederdi. Şöyle ki:
Gemüerin kürekçileri tersane zindanından çıkarılıp gemilerin kürekçi sıralarına
yerleştirüip çakılır; «Reis» denilen kaptanlar, geminin san zabitam ve
bahriyeliler gemilere binerler. Müneccimbaşı hareket için uğurlu günü ve saati
tayin eder, gemiler tersane önünden hareket ederek Beşiktaş önünde lenger
atarlardı. Örada son ve umumî bir teftiş yapılır, en önde Amiral gemisi olmak
üzere biı muazzam ve muhteşem alay nizamı ile yola çıkardı. Amiral gemisi
Topkapı Sarayının liman ağzında bulunan Yalı Kasrı önünde durur, bu kasra
gelmiş olan Padişah top atılarak selâmlanır, Kaptan Paşa, eğer varsa Serdar
Paşa ve Kaptan Paşa bir filika ile Amiral gemisinden Yalı Köşküne gider, huzura
çıkar, sırtına merasimi mahsusa ile kürk giydirilir... Ekseriya elmaslı bir
hançer hediye edilerek ayrıca taltif olunur, donanmanın nusret ve muvaffakiyeti
için dua edilir, Kaptan Paşa Amiral gemisine döner, gemi tekrar top atarak
hareket ederdi.
Amiral gemisini takib eden bütün tersane gemileri Yalı
Köşkündeki Padişahı topla selâmlar ve Sarayburnunda bulunan toplar da
donanmanın selâmına mukabele ederdi. Çok eski bir İstanbul türküsünün:
"Saraybumundan geçtiğim, Sırmalı yelken açtığım..." terennümü Kaptan
Paşaların deniz seferi merasiminden kalmış şirin sözlerdir... Donanmâyi
Hümâyûnun Beşiktaş önündeki son teftişi, Barbaros Hayreddin Paşadan kalma bir
gelenek idi. Bilâhare bu büyük* denizcimiz Beşiktaş sahilindeki türbesine
defnedilince bu adet, büyük Türk denizcisine bir hürmet merasimi halini almıştı.
(Osmanlı Tarihinin Panoraması, Reşat Ekrem Koçu)
FATİH'İN KAYIĞI "Kitab-el Mısriye"Prof. Dr. A.Süheyl Ünver arşivinden, Fatih
zamanında ilk askeri güçlü donanma kuruluyor. (Zağnos Paşa,
Hamza Bey, Gedik Ahmet Paşa da kumandanları.)
Tespit edebildiğimiz ilk Osmanlı teknesi bu saltanat kayığı, ilk
dönemlerde olmasından dolayı hatları oldukça sade.
"Saltanat kayığı: Padişah ve yakınlan için devletin kudretini
simgeleyecek şekilde 30-32 metre uzunlukta, 2.5-3 metre genişliğinde
olurdu.
Padişah kayıklanna şekillerine göre Kuşlu kayık, Köşklü kayık
denirdi. Köşklü kayığın önünde 6 büyük kayık (hademe-i hümayun)
giderdi, buna sandalye denirdi."
En öndeki de destar'ı hümayunu taşırdı ki buna sank sandalye
denirdi. (Kayıklar; Çelik Gülersoy)
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul ve Boğaziçinde köşklü Saltanat
kayığı ile dolaştığı, Fatih'in ölümünden sonra yerine geçen ll.
Bayezid'in tahta oturmak için I48l'de Kadırga ile geldiği tarihsel
gerçeklerdendir.
(Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları, Hayati Tezel)
No comments:
Post a Comment